Dün başlayan yağışlı ve fırtınalı havanın da tesiriyle sıkıntılı ruh halim, önceden planlanmış bir seminere gidip gitmemek konusunda ciddi çatışma yaşamama neden olmuştu.
Hem hava koşullarına, hem gidilecek yerin uzak ve bilmediğimiz bir yer olmasına, hem eğitimdeki planlamacılarımızın(!) programın uygulanabilirliğini düşünmeden “ben dedim oldu” seklindeki sinir bozucu tutumlarına olan öfkeme, bir de yeri bulmada çektiğim sıkıntı, fırtınadan şemsiyemin kırılması, yağmurdan ıslanmam eklenince, artık barut bibiydim. Biri kibrit çaksa infilak edeceğim.
Böyle bir ruh haliyle salona girip en arkadaki dörtlü koltukların koridor yanındakine oturdum. Doğrusu yatışmasam en kısa yoldan salonu terk etmekti amacım.
Ama bir şey oldu…
Seminerin başladığı anons edilince, televizyon programlarından da tanıdığımız, seminer için gittiğimiz üniversitenin dekan yardımcısı Prof. Dr. Ahmet Kasım HAN, seminerin sunucusu ve aynı okulda öğretim üyesi olarak görevli Dr. Oktay AYDIN ile birlikte sahnede yer aldı.
Gerçi, kökeni eğitimci olmayanlarla doldurulmuş milli eğitim teşkilat yapımızı bildiğimden, çok şaşırmamıştım. Ama akademik düzeyde eğitim veren bir üniversitenin düzenlediği, rehberlik konulu bir seminerde, konuyla ilgisi olmayan bir hocanın neden sunucular arasında bulunduğuna da bir anlam verememiştim.
Ben biliyordum da adam kendisi de söyledi zaten. “Ben uluslararası ilişkiler ve ekonomi alanında uzmanım.” Doğrusu “okul rehberlik hizmetleri” konusunda ne söyleyecek diye merakla beklemeye başladım.
İlginç bir sunum şekliyle seminer başladı.
Geleneksel Türk Tiyatrosu’nun birçok bakımdan Karagöz’e benzeyen ama canlı oyuncularla oynayan bir türü olan “orta oyunu” nu andıran bir diyalog kurdular ikisi sahnede.
Daha eski kaynaklarda; kol oyunu, meydan oyunu, taklit oyunu, zuhurî gibi adlarla anılan geleneksel Türk Tiyatrosunun önemli bir sahneleme sekli olan orta oyunu kaynaklarda adını 1834 tarihinde aldığı geçer.
Seyircilerin çevrelediği boş, meydanlık bir alanda oynandığı için bu ismi almıştır. Orta oyununun yazılı bir metni yoktur. Ana çizgileri bilinen bir konu ele alınarak oyuncuların doğaçlama yoluyla geliştirdikleri olaylar dizisi, oyun kişileriyle sahneye getirilir.
Güldürürken düşündüren, düşündürürken sorgulatan bu oyun türüyle başlayan diyaloglar sinirlerimi yumuşatmıştı. Merakımı yenemeyip bekledim, ekonomist ve uluslararası siyaset bilimcisi hoca rehberlikle ilgili ne söyleyecek diye.
Hoca rehberlikle ilgili bir şey söylemedi. Söylediyse de ben kaçırdım ama söylediği bir şey vardı ki yaşadığım onca olumsuzluğu unutturdu bana.
“Bugün bilimsel gelişmelerin istediği bilgi yüklü insanlar değil. Bu arada İlber ORTAYLI hocamızı da örnek gösterdi, beyni bilgi yüklü hoca, adeta bilgi kütüphanesi diye Çünkü artık bilgiye insanlar bir parmak hareketiyle internet ortamında ulaşıyor.
Sonra analizci de istemiyor bilim çevreleri, binlerce analizciye de ulaşabiliyor insanlar internet ortamında bir dokunuşla.
Peki, ne o zaman? Şimdi bilim çevreleri soru soran insan arıyorlar,” dedi ve ekledi. “Sorgulayan, eleştirel düşünen insanlara ihtiyaç var artık. Öyleyse eğitim sistemimizin, soru soran, sorgulayan, eleştirel düşünen insanlar yetiştirmesi gerekmektedir.”
Yüzümde acı bir tebessüm belirdi. İstem dışı dudaklarım yanaklarıma doğru kaymıştı.
Soran… sorgulayan… eleştirel düşünen insanlar yetiştirmesi gerekiyor eğitim sistemimiz demek.
İlahi Ahmet Hoca!